Mutlu bir evlilik için öncelikli olan kişilik uyumudur. Burada uyum ifadesini illaki kişilik özellikleri açısından birbirine benzerlik olarak almamak gerekir. Çünkü bazı kişilik özellikleri açılardan kadın ve erkek birbirine benzedikçe daha çok sorun olabilir. Örneğin iki sinirli iyi uyum sağlamaz. Yine iki narsisistik kişilik birbiriyle iyi anlaşamaz. Aslında kişilik bozukluğu düzeyindeki bütün özelliklerin uyum ve mutluluk üzerine olumsuz etkisi olabileceğini söyleyebiliriz. Kişilik birçok alanda olduğu gibi seksüel alanda da etki eder. Örneğin histrionik kişilik en çok seksüel soruna neden olan bozukluktur. Psikolojik uyum kadın ve erkek arasında sevgi bağlarını güçlendirir ya da uyumsuzluk zamanla sevginin azalmasına ya da tamamen bitmesine neden olur. Bu yazımızda özellikle psikanalitik açıdan kişiliği ele acağız ve evlilikte kişiliğin etkisinden söz edeceğiz.
Kadın ve erkeklerin birbirine kişilik ve davranış açılarından benzeyen eşleri buldukları yaygın bir görüştür. Daha doğru olan ise birbirini tamamlayan eşleri bulduklarıdır. Kadın veya erkek normale ne kadar yakınsa diğer bir değişle tamamlanacak bir kusuru, onu sürekli olarak etkileyen bir kişilik zaafı, geçmişinden getirdiği çözümlenmemiş bir sorunu yoksa o kadar kendisine benzeyen birisiyle evleneceği anlamına gelir. Normalden uzaklaştıkça kendini tamamlayacak birisini bulmaya çalışacaktır. Tabii ki bu çabanın bilinçdışı bir çaba olduğunu söylememize gerek yok.
Başka bir açıdan baktığımızda ise benzerliklerin kadın ve erkekleri birbirine yakınlaştırdığını farklılıkların ise birbirine bağladığını ve aşka yol açtığını söylemek yanlış olmasa gerek. Benzer arkadaş çevresi, hobileri, meslekleri, ilgi olanların birbiriyle karşılaşma olasılıkları fazladır. En azından tanışmaları ve sohbete başlamaları için bir zemin oluşturur bu benzerlikler.
İşe bilimsel bir tanımla başlayalım: Amerikan Psikiyatri Birliği'nin tanımına göre "Kişilik bozukluğu, kişinin kültürüne göre beklenenden önemli ölçüde sapmalar gösteren, süregiden bir iç yaşantı ve davranış örüntüsüdür, yaygındır ve esnekliği yoktur, ergenlik ya da genç erişkinlik yıllarında başlar, zamanla kalıcı olur ve sıkıntıya ya da işlevsellikte bozulmaya yol açar". [Amerikan Psikiyatri Birliği 1994 #1369] Genel olarak on kişilik bozukluğu tanımlanmıştır. Bunlar eksantrik kişilik bozuklukları olarak bilinen şizotipal, şizoid ve paranoid kişilik bozuklukları; dramatik kişilik bozuklukları olarak bilinen narsisistik, antisosyal, borderline ve histrionik kişilikler; ve son olarak anksiyöz kişilik bozuklukları olarak bilinen çekingen, bağımlı ve obsesif kompulsif kişiliklerdir. Kişilik bozukluklarının belirtisi olan davranış yada ilişki biçimleri aslında "normal" yada "sağlıklı" olarak tanımladığımız kişilerde de görülen ama bozukluk düzeyinde bir sorundan söz edildiğinde bu belirtiler nicelik olarak "sağlıklılardan" farklıdır. Yani benzer davranışların daha fazla ya da daha az görülmesi söz konusudur. Kişilik bozukluklarının diğer bir özelliği de bu belirtilerin egosintonik oluşudur, yani kişi sorunlarının kaynağı olarak çoğu kez kendisini görmez, yaşadığı ilişki sorunlarının çevresindeki insanların yaptıklarından, başkalarının hatalarından kaynaklandığını düşünür. Kişilik bozukluklarının bu özelliği tedavisini güçleştirir. Evliliklerde eğer sorun ciddi kişilik bozukluklarından kaynaklanıyorsa eğer çiftle yapılacak çalışmanın verimli olabilmesi için önce tek tek bireylerle çalışmak ve en azından sorunlara yapılan bireysel katkının görülmesini sağlamak, bir anlamda sorunların kaynağına yönelik bir içgörü kazandırmak gerekecektir.
Davranış sorunlarına bakarak bir kişide "kişilik bozukluğu" olduğu doğru olarak söylemek kolay olmakla birlikte, hangi kişilik bozukluğu olduğunu söylemek zordur. Çünkü kişilik bozuklukları çoğu kez bir arada içiçe geçmiş olarak bulunurlar. Az önce belirttiğimiz kişilik bozukluğu tipleri bilimsel ya da pratik bir zorunluluktan kaynaklanan tiplemelerdir.
Kişilik bozukluğunun tanımı gereği süreğen doğada olduğunu belirtmiştim, bununla birlikte kişilik bozukluklarında da tedavi ile ve zamanla değişikliklerin olabileceği bilimsel bazı çalışmalarda dile getirilmiştir. Bazı kişilik özelliklerinin zaman içinde yatıştığı (antisosyal kişilik gibi) ya da kişilik bozukluğu gibi görünen bazı duygusal bozuklukların stresin ortadan kalkmasıyla yatıştıklarını da biliyoruz. Bu gibi durumlar için "stresin yol açtığı kişilik bozukluğu" tanımı yapılmıştır. Bazı kişiler olağan durumlarla "normal" bir şekilde başedebildikleri halde yoğun stres altında adeta savunmalar çökmekte ve bu kişiler duruma ya da ilişkiye uyumu bozacak tepkiler sergileyebilmektedirler.
Eşlerden birisi ya da her ikisinin birden kişilik bozukluğu denilebilecek düzeyde bireysel sorunları varsa bu muhakkak bir ilişki veya aile sorununa yol açacaktır. Ancak kişilik özelliklerini kişilik bozukluklarından ayrı düşünmekte fayda var. Her "normal" bireyin onu biricik yapan kişilik özellikleri bileşimi vardır. Kişilik tanımı gereği yaygın davranış kalıpları ve alışkanlıkları olsa da bir kişilik özelliği kendisini bir ilişki içinde sorun olarak gösterirken, diğer bir ilişkide bu kişilik özelliği hiç bir zaman gündeme gelmeyebilir. Ailenizde kişilik özellikleriniz nedeniyle sorun yaşıyor olmanız sizde bir kişilik bozukluğu olduğu anlamına gelmez. Basitçe ailenizde bir konuda yaşadığınız sorunun kişilik özelliklerinizden kaynakladığını görebilmeniz bile sorunu çözmenizi sağlayabilir. Örneğin sıklıkla mükemmelliyetçi bir eş eğer diğer eş onun düzeyinde mükemmelliyetçi değilse rahatsız olacak birşeyler bulur. Bu kişiler her bir şeyi daha iyi yapmanın bir yolu olduğunu düşünürler. Bu doğru bile olsa gerekli değildir oysa. Hayatımızda sıradan da olsa keyf verebilecek yeterli sayılabilecek o kadar çok detay var ki. Bu detayların herbirini kontrol edip nasıl daha "doğru" daha "güzel" olacağını düşünüp durmak hayatın keyfini kaçıracaktır. Örneğin birçok açıdan eşini kendisine uygun bulan mükemmelliyetçi bir erkek eşinin yalnızca "orijinal" sayılabilecek burnunun "çirkin" bularak sıkıntı yaşıyordu. Eğer bu rahatsızlığının kaynağını bulamazsa onu hiç rahatsız etmeyecek bir "mükemmel" kadın bulması imkansız olduğundan hayatını detaylar üzerine sıkıntı yaşamakla geçireceği muhakkaktır.
Nevrotisizm ve dürtü kontrol bozukluğu bir evliliğe en çok olumsuz etkisi olan kişilik özellikleridir. Nevrotik kişilik özellikleri olan kişiler evliliklerindeki olası küçük sorunlara çok fazla tepki göstererek ilişkide sorunlara yol açmaktadırlar. Yine nevrotik kişilikler ilişkilerinde kendilerini güvensiz hissettikleri için kaygılarını açıkça konuşmamakta ve bu nedenle sorunlarının çözülmesini güçleştirmektedirler. Diğer taraftan dışa dönük olmak, vicdan sahibi ve dürüst olmak da evlilik açısından olumlu koruyucu kişilik özellikleridir.
Kişiliğin evlilik üzerine etkileri iki yönlüdür. Bir tarafta kişilik özellikleri birbirine benzer olan çiftlerin daha mutlu olduklarına dair bir görüş vardır. Diğer taraftan kişilik özellikleri birbirini tamamlayan eşlerin daha doyum verici ilişkiler kurduğu söylenmektedir. Kanaatimce bu görüşlerin her ikisi de belirli kişilik özellikleri söz konusu olduğunda ayrı ayrı doğru olduğu durumlar söz konusudur. Kimi zaman birbirinden farklı kişilik özellikleri kadın ve erkeği birbirini çekici bulmalarına ve bir ilişkiye başlamalarına neden olurken, bu farklılık evlilikten sonra ilişkide güçlüklere ve tatminsizliklere neden olabilmektedir.
Peki kimler benzerlerini kimler ise farklı olanları çekici bulmaktadır sorusu, kişilikleri nedeniyle evliliklerinde sorunlar yaşayan eşler için önemli bir ipucudur. İlginç bir nokta kendilerini beyenmeyen kadın ya da erkekler kendilerini tamamlayan yani kendilerinden farklı olanları çekici bulurlarken, kendilerinden hoşnut olanlar kendilerine benzer eşler seçmektedirler. Kendisini beğenmeyen bir kadın ya da erkek ise olmak istediği gibi bir kişiyle, kendini büyütebileceği genişletebileceği biriyle evleniyor. Ancak bu seçimin tam olarak farkında olmadığında, benzemek istediği kişilik özelliklerini çeşitli durumlarda rahatsız edici bulabiliyor. Birbirine kişilik özellikleri açısından benzeyen çiftlerin ilişkileri genellikler daha uzun süreli oluyor. Bunun bir nedeni de zaman içinde ortaya çıkan daha önce gizlenmiş ya da gizli kalmış özellikleri daha kolay anlayabiliyor ve kabullenebiliyor olmalarıdır. Sonuç olarak kadın ve erkeklerin birbirlerini beğenme gerekçeleri ne olursa olsun evliliklerdeki doyumu araştıran bilimsel çalışmalar genel olarak benzerliğin doyuma yol açan bir faktör olduğunu göstermektedir.
"Psikanalitik kurama göre eş seçimini etkileyen faktörler nelerdir?"
Freud'un evlilik tercihi ile ilgili duruşunu anlamak için Freud'un temel prensibi olan hedonizmi dikkate almak gerekir. Hedonizm insan davranışının hedefinin gerilimi azaltmak ve acıdan kaçınarak zevk peşinde gitmektir. İnsanların birbiriyle etkileşimi insanoğlunu sevmekten yada etkileşim yoluyla bağlantı kurma arzusundan değil, diğer insanlarla etkileşim acı veren gerilim azaltmanın tek yolu olduğu içindir. İnsan sosyal bir tercihten ziyade biyolojik ihtiyaçtan dolayı sosyal bir hayvandır.
Dahası insan doğası mantıksız olan içgüdüsel dürtülerin insafına kalmıştır. Biyolojik kökenli olan bu dürtüler duygusal ya da psişik bir enerji açığa çıkarır. Seksüel içgüdü ile bağlantılı olan bu enerjiye libido denilir. Libido aşk gibi karmaşık duygusal durumların geliştiği ham maddedir. Dahası, Freud kapalı bir enerji sistemi kavramını kullanmıştır. Bu kavramda her bir bireyde sınırlı bir libido kaynağı mevcuttur. Sonuç olarak Freud birine ağzı açık şaşkınca duyulan aşkı ya da evrensel aşkı bir kişinin aşk kaynağının aptalca sulandırılması ve kullanılması olarak görmüştür.
Eğer onu böyle bir evsensel aşkla, yalnızca bu dünyanın bir vatandaşı olduğu için -tıpkı bir böcek ya da solucanı ya da yılanı olduğu gibi- seveceksem, o zaman onun payına bu aşktan yalnızca küçük bir hisse düşecektir ve benim kendi payıma sakladığım kadar ona vermem imkansız olacaktır. Eğer mantık bize tavsiye etmiyorsa böylesine tantanalı bir törenle bu emrin ilan edilmesinin anlamı nedir? (Freud S. Civilization and its discontents. In: The major works of Singmund Freud. Chicago: Encyclopedia Birtannica, 1952. pp. 664-696.)
Ancak dürtüler çoğunlukla bütünüyle bilinçdışıdır ya da bilinçli zihne ancak çarpıtılmış bir şekilde görünürler. İnsan mantığını kullanarak hareket ettiğini düşünse de gerçekte yaptığı rasyonalize etmektir.
Karşılıklı seçimin belirleyicileri büyük oranda bireyin psikoseksüel gelişim süreçlerinden geçmekteki başarısı tarafından şekillenir. Psikoseksüel gelişim evrelerinin her biri söz konusu bu evrede hassasiyet kazanan erotojen bölge ile isimlendirilir. Çeşitli evrelerden başarıyla geçmenin sonucu, olarak seksüel doyumunun temel kaynağı cinsel organlar olan bir erişkindir ve böyle bir erişkinin nevrotik olmayan karakteri onun bir karşı cinsle eşleşmesini ve türün çoğalmasını sağlar.
Geçilmesi gereken ilk evre doğumla birlikte başlar ve bebek için en önemli erotojen bölge ağızdır. Psikolojik olarak ifade edecek olursak, bu evrede bebek annesinin onun ihtiyaçlarını karşılayacağına ve çevresinin dengeli ve istikrarlı olacağına dair bir güven duygusunu geliştirir ya da annesine ve çevresine karşı güvensiz olur.
Genellikle yaşamın ikinci yılının sonuna doğru başlayan anal evrede, bebek saldırganlık ve güç meselelerini kavramaya başlar. Bu evredeki asıl mesele dışkının verilmesi ya da tutulmasıdır. Dışkının tutulması annebabaya karşı duyguların saldırgan bir ifadesi ya da güç gösterme aracıdır.
Üçüncü evre olan fallik evre, Sophocles'in trajedisinde farkına varmadan babasını öldürüp annesiyle evlenen Oedipus'tan esinlenilmiştir. Üç ve altı yaşları arasında gerçekleşmesine rağmen, bu evredeki gelişim evlilik tercihlerini etkileyen birincil faktör olur. Bu evredeki birincil erotojen bölge, erişkin cinsel geriliminin kaynağı olduğu biçimiyle olmamakla birlikte cinsel organlardır. Küçük erkek çocuk bu evreye kadar olduğundan daha talepkar ve sahiplenici bir aşk geliştirir annesine karşı. Hatta büyüdüğünde annesiyle evleneceğini cesurca ifade edebilir. Ancak evde bir rakip yani baba vardır. İşin kötüsü annesi babayı tercih etmiş gibi görünmektedir. Annesi babayla birlikte yatar, onunla gezer ve küçük oğlana karşı babayı tercih ettiğini birçok farklı şekilde gösterir. Küçük oğlan kişiler arası ihtiyaçları, arkadaşlığı ve bunun gibi soyut kavramları anlayamadığı için neden babanın tercih edildiğini bir türlü anlayamaz. Büyük ihtimalle cinsel ilişkiyi de çarpıtılmış bir şekilde algılıyor olabilir. Somut bir şekilde düşünerek basit bir biçimde babanın tercih edilmesini onun daha büyük ve güçlü kendisinin de küçük ve zayıf olmasından kaynaklandığını hayal eder.
Erkek çocuk tabii ki babayı sever ama annesinin sevgisi için rakip olarak gördüğünden ondan nefret de edebilir. Babasını fiziksel olarak zayıf düşürüp yenerse annesini elde edebileceğini düşünür. Ancak kendisi babanın erkekliğine zarar vermeyi hayal edebiliyorsa, babası onun erkekliğini yok edemez mi? Kız çocuklarının penisi olmadığını görmüştür ve kötü çocuk oldukları için penislerinin kesildiğini düşünebilir. Eğer babası saldırgan duygularının farkına varırsa öfkeyle onun penisini kesebileceğinden korkar. Kastrasyon anksiyetesi buradan doğar.
Normal olarak oğlan çocuğu bu zorlukları aşar. Çünkü babasını sever ve onunla özdeşim kurar. Babasının özelliklerini kendi kişiliğinin içine alır (interject), ve anneye olan ilgisini bilinçdışına bastırır. Annesinden uzaklaşır ve anne babasına olan sevgisini bir aile sevgi içinde birleştirir, ya da aile dışında arkadaşlar edinmeye başlar (Kenkel 1966).
Buraya kadar normal gelişimden söz ettik. Eğer baba çok katı ve baskın ise erkek çocuk ne annesine karşı ilgisini ifade edebilir ne de babayla özdeşim kurabilir. Ya da anne erkek çocuğu çok fazla reddedebilir, bunun sonucu erkek çocuk sevgi ve sıcaklık için babaya yönelebilir; bunun sonucunda karşı cinsin ilişki kurulamayacak kadar tehlikeli olduğu şeklinde bir genellemeye gidebilir. Annenin babayla ilişkisinde hayal kırıklığı yaşaması durumunda, erkek çocuğun kendisine olan ilgisini çok fazla cesaretlendirerek, daha sonra kendisinden kopmasını ve nihai olarak diğer kadınlara ilgi duymasını güçleştirir.
Kız çocuğun durumu erkek çocuğunkinden biraz farklıdır. Beş yaş civarı kız çocuğu da erkek çocuğu gibi aynı cinsiyetteki ebeveyne karşı çelişkili duygular besler ve karşı cinsten ebeveyne aşık olur (sexually attracted). Ancak açıktır ki kastrasyon anksiyetesi yaşaması mümkün değildir. Ortodoks Freudçu görüşe göre, kendisini hali hazırda kastre edilmiş olarak hissetmektedir. Annesini bir penisi olmadığı için suçlar ve reddeder ve penise imrenerek, kendisine sembolik bir penis yani çocuk verebileceğini ümid ederek babaya yönelir.
Erkek çocuğun yaşadığına benzer bir şekilde, kız çocuk da yavaş yavaş babadan vazgeçer ve anne ile özdeşim kurar. Ancak kastrasyon anksiyetesinin olmaması nedeniyle, babadan psikolojik olarak ayrılma süreci erkek çocuğa göre daha tedrici olur ve tam olarak da gerçekleşmez. İmrenmesinde anksiyete olmadığı için babadan vazgeçme, penis arayışını bırakma ve anneyle güçlü bir şekilde özdeşim kurması için çok daha az tereddüt yaşar. Penise imrenme tam olarak sublime olmaz ve bu nedenle dişi gelişimi boyunca büyük motivasyon rolü oynar.
Kadın, erkek çocuğun annesine olan arzusuyla karşılaştırılabilir şekilde, babasına olan arzusunu bastırma ihtiyacı hissetmez, sonuç olarak da, kısmen ebeveyne olan arzusunun bastırılmasının sublime edilmiş bir sonucu olan süperegosu erkekteki kadar güçlü değildir. Erkeğin daha bağımsız işlev gören süperegosuyla karşılaştırıldığında, destek için dış dünyaya daha bağımlıdır. Bu nedenle kadın erkeklere göre diğerlerinin sevgisine daha bağımlıdır. Kadınlar daha narsisistiktir, çünkü erkeklere göre kendilerinden seksüel, üreme ve kişisel talepler daha fazladır; diğer insanların taleplerini kabul etme durumunda kendiliğin bütünlüğünün dağılmaması için narsisism bir savunma işlevi görür (Bardwick 1971, pp14- 15). Kadın ailede oynadığı, pasif masoşistik diğerlerine hizmet etme şeklindeki rolünü takip etmekte özgürdür.
Fallik ve genital evreler arasında psikolojik gelişimin önemli oranda duraksadığı latans dönem yer alır. Ergenlik dönemindeki genital evrede seksüel enerjinin coşması geçmiş ödipal üçgeni yeniden uyandırır. Normal kişilik için insöztöz aşka karşı inhibisyonlar güçlü olmaya devam eder ve ergen bu seksüel dürtüyü sosyal olarak daha kabul edilebilir olan nesneye, erkek ya da kız arkadaşa, yönlendirir.
Evlilik için eş seçimini anlayabilmek için bebeğin gelişimindeki en erken evreye, bütün ihtiyaçlarının karşılandığı saadet ya da narsisistik evreye göz atmamız gerekir. En başta bebek kendisi ve kendisini besleyen meme arasında ayrım yapamaz, ego sınırları dağınık ve belirsizdir. Kısa zaman içinde ihtiyaçlarının her zaman anında karşılanmayacağını öğrenir, beslenmesi ya da altının değiştirilmesi yoluyla rahatsızlığının giderilmesi zaman alabilir. İhtiyaçlarının karşılanması ve rahatsızlığının giderilmesi annesinin orada olmasıyla ilişkilidir. Böylece kendisi ve diğeri olmak üzere iki farklı sevgi nesnesi olduğunu kavrar. Sevgi nesnelerinden birisi kendisine bakan, koruyan, bakım vermesi için kendisine muhtaç olduğu kişidir. Freud bu tür sevgiye anaklitik (kelime anlamı: diğerine dayanma) sevgi adını vermiştir. Diğer tür sevgi de bebeğin kendisini bir sevgi nesnesi olarak algılamasıdır ki, Freud bu tür sevgiye de narsisistik sevgi adını vermiştir.
Freud anaklitik tip nesne sevgisinin genellikle erkekler için karakteristik olduğunu, narsisistik tip sevginin de kadınlar için karakteristik olduğunu söylemekle birlikte bu durumun genel eğilimler olduğunu ve birçok istisnalarını olduğunu söylüyor. Freud yine de cinsiyetler arasındaki bu farkın gerekçelerini açık bir şekilde ifade etmemiştir. Belki de erkekler anneleri genel olarak oğlan çocuklarını kız çocuklara tercih ederek onlara daha fazla şefkat gösterdikleri için anaklitik tip kadınları tercih ediyor olabilirler.
RSS Facebook Twitter ilicMedia