"Yaşamı bizimkiyle bir potada eriyecek, girift olacak kişiyi ararız. Bunun için en değişik girişimlerde bulunuruz. Bir tanesi dostluktur. Ama en yücesi aşk dediğimiz şeydir. Gerçek aşk iki yalnızlığı değiş tokuş etme çabasından başka bir şey değildir." Ortega G. Gasset
Aşk evliliği yirminci yüzyılın modasıdır! En tutkulu âşk en problemli ilişkiye gebedir. Neden mi? Çünkü aşk bizi en zayıf yerimizden, yumuşak karnımızdan vurur. Oysa arkadaşça sevgi yolundan geçen aşk ölümsüzdür.
Tolstoy, Savaş ve Barış’ta Andrey’e şöyle söyletir: "Aklın varsa evlenme, azizim! Sana benden öğüt olsun. Yapabileceğin herşeyi yaptığına, seçtiğin kadını artık sevmediğine, onu olduğu gibi görmeye başladığına ne zaman kanaat getirirsen, eh işte, o zaman evlen, ona bir diyeceğim yok." Lev Tolstoy, Harp ve Sulh.
Aşkın evliliğin başlangıcında oynadığı rol her çağda ve toplumda farklı düzeylerde önem taşımıştır. Aşk evliliği elbette tarihin her dönem ve toplumda olagelmişse de hiç bir dönemde bu yüzyıldaki kadar ülküleştirilmemiştir. Medya ve Sinemanın bu ülküleştirmede payının olduğu şüphesizdir. Filmlerdeki aşklar genellikle mutlu sonla biter. Mutlu son kavuşma ya da evliliktir. Oysa bu kavuşma son değil bir başlangıç ya da sonun başlagıcıdır! Filmi seyreden bizler bu çiftin hayatlarının geri kalanında mutlu bir evlilik sürdüreceklerini hayal ederiz, tıpkı kendimiz de evlenirken öyle olmasını umduğumuz gibi. Bir evliliğin ilk bir kaç yılında hatta sonrasında neler olup bittiğiyle pek ilgilenilmez filmlerde. Filmlerdeki çiftlerin birbirleri için duyduğu arzunun pek bir sebebi yoktur, hatta bazen mantıksızdır ama mademki aşk vardır o zaman kavuşmak için ne gerekiyorsa yapılmalıdır. Oysa arzu bir evliliğin sürmesinde önemlidir ama tek önemli faktör de değildir.
Aşkın ne olduğunu ne olmadığını anlamak hem evlenme kararı verirken "aşkımıza" ne kadar güvenmemiz gerektiğini hem de evliliğimizi sürdürürken bir başkasına "âşık" olursak bu duygumuzla ne yapmamız gerektiğini bize söyleyecektir. Bu nedenle aşkı ve onun tuzaklarını tanımak ve kendini kaptırmamak önemlidir.
"Kişisel arası çekim" bölümünde insanların nasıl olup da birbirini çektiğini veya ittiğini anlattık. Güzelliğin önemine neden önemli olabileceğine değindik. Newsweek dergisindeki güzelliğin biyolojisi adındaki bir yazıdan hareketle dış güzelliğin evrensel bir çekim faktörü olduğundan bahsettik. Bazıları güzelliğe fazla vurgu yapıldığını düşünebilirler. Bunu güzelliğin büyüsüne kapılmamak adına yaptık. Dengeli bir sevgiyi besleyecek olan diğer herşeyden söz edeceğiz.
"Aşk nedir? Arkadaşça ve dostça aşk diye tanımlar yapılabilir mi?"
Aşkın tanımını yapmak mümkün görünmese de çok sevme, görmek isteme, görmeyince özleme, kaybetmekten korkma karışımı bir duygudur aşk. Aşk arkadaşça ve arzulu olmak üzere iki biçimde olabilir. Arkadaşça aşk tanıdıkça gelişir, yani birini tanır ve tanıdıkça daha çok severiz. Böyle bir aşk daha kalıcıdır çünkü gerçekler üzerine bina edilir. Arzulu aşkta ise bunun tam tersine ne kadar az tanıyorsak o kadar çok âşık oluruz. Tanıdıkça aşkımız ya arkadaşça bir sevgiye ya da aşka dönüşür; ya da yok olur, hatta belki nefrete dönüşür. Nitekim “Aşk görünce başlar, görmeyince büyür” demişler. İngiliz şairi Lord Byron karısına şöyle söylemiş: “Evlenmemiş olsaydık, sen bir başkasının karısı olsaydın sana şiirler yazardım.” Arzulu aşk tamamen bir büyü gibidir. Neden sevdiğini bile bilmez böyle aşık olan kişi. Çoğu kez de bedensel ve ruhsal ihtiyaçlarıyla sevginin çokluğunu birbirine karıştırır.
Sözlük anlamı çok ziyade sevgi, şiddetli muhabbet olan aşk Türkçe'ye Arapça aslı ışk olan kelimeden geçmiştir. Işk kelimesinin aynı kökten olan sarmaşık anlamındaki aşeka ile yakından ilgilidir. Sevgi ve aşk birbirine karışır çoğu kez, sarmaşığın sarmaladığı gibi duygular o kadar sıkı sarar ki kişinin zihnini, kelimeler anlamlarını yitirir, birbirine karışır. Sevginin ve aşkın gerçekte ne olduğunu kelimenin nereden türediğinden çok nasıl yaşandığında aramak daha doğru olsa gerek. Gerçek aşk nedir, nasıl olmalıdır ayrı bir mesele, ne olagelmiştir, nasıl yaşanmaktadır ayrı bir mesele. “Ya benimsin ya toprağın” nasıl bir aşktır, nasıl ziyade bir sevgi olabilir? Olgun sevgi içinde sevilenin ihtiyaçları düşünme vardır. Aşkın bilinmezliği de bütün bu birbirine karşıt şeyleri içine almasından gelir.
Aşk kimi zaman tutkulu ve fırtanılı, kimi zaman sakin ve dostanedir. Arkadaşça aşk emin ve güvenli bir bağlılıktır. Bu aşkta sevme ve beğenme vardır ve mutlak bir bağımlılık ve olmazsa olmazlık yoktur. Tutkulu aşk ise terkedilme endişesiyle birlikte yoğun bir duygudur, kişi aşığı olmadan yaşayamayacağına inanır, adeta âşık hayatın tek anlamı olmuştur. Tutkulu aşk zevkten çok acı verir. Cinsel olarak uyarılmış durumdaki erkekler aşk duygusunu o an daha fazla hisseder, yani seksi aşkla karıştırırlar. Tutkulu aşkta kişi hissettiklerinin karşısındakine ait özelliklerden kaynaklandığını düşünüyor yanlış olarak, hâlbuki ondaki aşkın nasıl nedeni kendi ruhsal ihtiyaçlarıdır.
Freud ruh sağlığı “lieben und arbeiten” yani sevmek ve çalışmaktır diyor. Sevebilmek için ruhsal açıdan sağlıklı olmak gerektiğini söylemekle birlikte tutkulu bir aşk ruhsal zaaflarımızdan kaynaklanır çoğu kez.
“Yalnız iyiler birbirine benzeyip dost olabilirler; kötülerse, herkesin de söylediği gibi, kendi kendileriyle bile uyuşamazlar; hep değişirler; günleri günlerine uymaz. İnsanın kendi içinde benzerlik ve uygunluk olmayınca, başkalarına da benzeyemez; kimseyle dost olamaz.” Platon’un Şölen'inden.
"Böyle aşk da olur mu?" dediğimiz nice olaylarla karşılaşıyoruz. Aşk çoğu kez başka şeylerle karıştırılır çünkü. “Eğer aşkı duymamış olsalardı hiç bir zaman âşık olamayacak o kadar çok insan var ki.” (La Rochefoucauld, Maxims) sözü âşık olmanın bir beceri olduğu halde birçokları için ancak taklit edilen bir davranış biçimi olduğunu ifade ediyor.
Aşkın ne olduğu sorusu bir yana, aşk kavramı kültürel değerler açısından kabul veya reddedilen, cinselliğin aşkla birlikte düşünüldüğü veya dışlandığı, homoseksüel veya heteroseksüel, evlilik içinde ve evlilik dışında olmak üzere aşkın çeşitli tarih, toplum ve kültürlerde farklı boyutlarıyla da karşımıza çıkar. Örneğin, antik Yunan’da tutkulu aşk bir çeşit delilikdi ve evlilikte ve aile hayatında yeri yoktu.
Şimdi hızlı aşklar çağındayız. Kaybetme korkusuyla yanlışlar yapıyoruz, bazen de hiç bir şey yapmadan kalıyoruz. Umarım herşeye rağmen yıllar sonra bir suçlu gibi bakmayız geçmişte kalanlara. Ve diyorum ki dostluğunuzu hiç bir şeyin zedelemesine izin vermeyin hatta aşkın bile. Aşk nasıl olur da dostluğu zedeler diyebilirsiniz. Aşkın fırtınalı havasında dostluk fidesinin yetişmesi zordur. İnsana öyle hatalar yaptırabilir ki henüz filizlenmiş dostluklar yıkılıp gidebilir. Bunları söylemek kolay, yaşamak ise zor.
Fromm sevmenin öğrenilmesi gerektiğini söylüyor kitabında. Daha da ötesi gerçekten sevebilmek için insanın önce kendisini geliştirmesi gerekiyor. Sevilebilmek için de bu geçerli. Disiplin, yoğunlaşma ve sabır her sanatın öğrenilmesi için oması gereken özellikler olduğu gibi sevme sanatında bu böyle.
Uzun süren ve doyum veren bir evlilik için insanın gözünü kör eden aşktan kendisini kurtarması ile mümkün olabilir. Romantik olanlarınız tam bu noktada bana kızıyor ve "o zaman hayatın ne anlamı, heyecanı kalır" diyorsunuz muhakkak.
Bacon sevgi üstüne şunları söylüyor: “Eski ya da yeni çağlarda, adı bugünlere kalmış büyük değerli insanlar arasında hiç kimsenin öyle çılgınca bir sevgiye düşmemiş olduğu görülür; bundan da anlaşılacağı gibi, yüksek bir amaç taşıyan soylu ruhlar bu cılız tutkudan uzak dururlar.... Hiç bir gururlu adam kendini, bir sevenin sevgilisini beğenmesi gibi budalaca beğenmez, onun için “sevmekle bilgelik bir arada olamaz” sözü pek güzel söylenmiştir. Bu yalnız başkalarınca görülüp de sevilenin gözünden kaçan bir güçsüzlük değildir, en çok sevilen görür bunu.... Sevgiyi alt edemeyenlerin yapabileceği en iyi şey bu duyguyu dizginlemek, yaşamın ağırbaşlı konularıyla işlerinden güçlerinden kesinlikle uzak tutmaktır. Yoksa insanın işine gücüne bir karıştı mı, her şeyi altüst eder, insanı amaçlarına hiçbir zaman bağlı kalamayacak bir duruma sokar... Evlilikteki sevgi insanlığı doğurur, arkadaşça sevgi insanlığı yüceltir, uçarı sevgi ise bozar, bayağılaştırır.” (Bacon F: Denemeler, çev. Akşit Göktürk, İnkılap Kitabevi, İstanbul 1986, s: 67-69)
RSS Facebook Twitter ilicMedia